Hava soğuk, kaldırımlar buz tutmuştu…
Gecenin karanlığında ilerlerken kayıp düşmemek için bütün dikkatimi adımlarımda topladım. Rüzgar kar tanelerini yüzüme savuruyor, bir adım ötesini göremiyordum bile. Bir ara yumuşak bir cisme bastığımı fark ettim. Daha doğrusu öyle düşündüm. Görüş mesafemin sıfırlandığı an ayağımın altındaki cismin ne olduğunu merak etmeye başladım. Tam bu sırada ayakkabımın yanı başında minik bir el çekti dikkatimi. Soğuktan morarmış kas katı kesilmiş o el, üzerine bastığım üzüm salkımını çekip çekiştiriyordu. Bedenim soğuktan donmak üzereydi, yüreğim tam aksine yangın yeri... Burnumun kemikleri sızlıyor, o ince sızı damarlarımın içinde dolaşıyordu. Gördüklerim karşısında hissettiklerime “Hayrete düştüm” ifadesi yetersiz kalıyordu. Hakikaten inanılır gibi değildi…
Mecidiyeköy’ün işlek bir caddesinde elektrik direğinin dibinde tanık olduğum sahne karşısında beynimden vurulmuşa döndüm. Birkaç çocuk ve beraberinde birkaç yetişkin kadın, çöpleri karıştırıyorlar, gözüne kestirdikleri sağlam meyveleri beraberinde getirdikleri poşete dolduruyorlardı. Aralarında kurdukları diyaloglardan mülteci oldukları anlaşılıyordu. “Mülteci” sıfatı onların çöpten beslenmesine gerekçe değildi tabi. Tıpkı Ege’de her gün üçer beşer boğularak yaşamını yitiren çocukların ölmesine gerekçe olamayacağı gibi. Haberlere “mülteci” diye başlamak, spotta “mülteci” yazmak ve haberin gövdesine “sığınmacı” diye devam etmek çok ağır geliyor bana. Çocuk dünyanın her yerinde çocuk; insan dünyanın her yerinde insandır. Ve bu çocukların çöpten beslenmeleri, dilendirilmeleri dahası ölüme sürüklenmeleri kabul edilebilir bir hadise değildir. Çöpten akşam yemeği temin eden çocukları görüntüleyip hissettiklerimi sizin de hissetmenizi isterdim ama nasıl böyle bir şeye girişebilirdim! Nasıl elime cep telefonunu alıp o miniklerin yüzüne doğrultabilirdim ki! Etik dışı hatta ahlak dışı bir davranış olurdu bu. Birkaç dakika sonra o çocuklar aileleriyle birlikte çöpün bulunduğu yerden ayrıldılar. Geride hafızamın orta yerinde silinmeyecek bir acı anı bıraktılar.
Yürümeye devam ettim. Bedenimi saran üşüme, yüreğimde derin bir sancıya dönüşmüştü. Mecidiyeköy viyadüğünün altından gelip geçen ambulanslar, acı acı çalan sirenler ve onu takip eden korna sesleri. Kestaneciler, çiçekçiler, işportacılar hepsi flu görünüyordu sanki. O kadar hareketliydi ki meydan, hiç kimse büyüklerin mağdur ettiği çocukları fark etmiyordu bile. Mecidiyeköy’ü geçip, Halaskargazi Caddesi’ne oradan Osmanbey’e ardından Taksim’e çıktığımızda aslında işin ne kadar içinden çıkılmaz bir hal aldığı görünüyordu. Onlarca çocuk dilendiriliyor, kimilerinin ayaklarında çorap bile yok! Sadece çocuk mu değil elbet, kundaktaki bebekler bile karanlığın ortasında kaldırımların üzerinde üç beş lira için duygu sömüren bir makina haline gelmişti.
Çocuklar dünyanın en masum varlıklarıdır. Yaşamak da ölmek de Allah’ın (c.c) takdirine bağlı. Orası muhakkak. Ama imtihan dünyası burası. Çocuklar büyükler için belki de bu çağın en önemli imtihanlarından biri. Maalesef insanlık bu imtihanda sınıfta kalıyor. Her gün onlarca çocuk, savaş, şiddet ve çatışmanın ortasında hayatını kaybediyor. Hayatta kalanlar arasında açlık ve yoklukla mücadele edenlerin sayısı azımsanmayacak ölçüde fazla. Ege ve Akdeniz sahillerine vuran çocuk cesetleri evrensel vicdanı ne zaman harekete geçirecek bilmiyoruz. Ülkemizde ise durum daha da vahim. Yukarıda anlattığım hadise gerçek bire bir yaşadığım hadisedir. Dilerseniz siz de belirttiğim yerlere gidebilir kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Siyaset dili siyaset öfkesi siyaset kini öyle bir boyuta ulaştı ki, tıpkı Oya Baydar’ın dediği gibi, “Bu vicdansız dil, toplumu da vicdansızlaştırıyor”….
Umuyor ve diliyorum ki çok geç olmadan yüreğimiz daha da katılaşmadan masum çocukların gelecekleri için yönetenler bir an önce harekete geçer. Aksi takdirde arkamızdan iyi şeyler söyleyecek bir nesil bırakabilmemiz çok zor….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder