19 Şubat 2016 Cuma

Gassalın gözyaşları...

Kozlu Gasilhanesindeyiz.
Sabahın erken saatleriydi.
Henüz gassallar mesaiye başlamamıştı.
Kim bilir bugün kimler vardı gassal ismailin listesinde.

Yıkanacak ölülerin listesini o hazırlıyordu. Kendisini arada bir ziyaret ederdim. Ne zaman gasilhaneye gitsem bambaşka bir dünyanın içinde hissediyordum kendimi. Sordum İsmail’e ‘kimler var bugün listede?’ Geceden kalan 15 kişi olduğunu söyledi. Kimi Samsunlu, kimi Çorumlu kimi ise Ağrılıydı ölülerin. Henüz kimse yoktu gasilhanede. Tabutlar yan yana dizilmişti. İsimler memleketler cinsiyetler farklı olsa da hepsinin ortak özelliği; bedenleri buz gibiydi. Sessizdiler, ne parmaklarında bir yüzük, ne kulaklarında bir küpe, ne de ceplerinde bir kuruş paraları vardı artık…

Küçük bir morgu vardı gasilhanenin. Hepsi oraya sığmadığı için kimileri tabutlarda bekletiliyordu. Saat 08.00’ı geçiyordu. Gassallar mesaiye başlamıştı. Üst kata doğru çıktım. İki odası vardı bu katın. Birinde erkek gassallar diğerinde ise kadın gassallar dinleniyordu. Selam verdikten sonra biraz sohbet ettik erkek gassallarla. Hepsi imam hatip mezunuydu. İBB Mezarlıklar Müdürlüğü’nde sözleşmeli personel olarak çalışıyorlardı. Aldıkları maaş bin 500 civarındaydı. İş güç sohbet derken acı bir feryat geldi birden bire aşağıdan. Fırladığımız gibi yerimizden koştuk tabutların olduğu yere. Küçücük bir çocuğun cenazesini getirmişlerdi. Tabutu zar zor soktular içeri. Arkadan 35-40 yaşlarında bir erkek feryat figan ediyordu. Babasıydı. İsyan vardı cümlelerinde. Minik bedenine henüz kefen giydirilmemişti çocuğun. Önce ölülerin yıkandığı kabine alacaklardı. Özel güvenlik görevlileri babayı sakinleştiremiyordu. Belediyeden özel izin almıştım gassalların çalışma şartlarını yerinde izlemek için. O an her şeyi unutuyorsun, bir tarafta cansız minik bir beden; diğer tarafta acısından kavrulmuş bir baba. Öyle bir feryat ediyor ki çığlıkları yeri göğü inletiyor. Güvenlikçiler boşalttı gasilhaneyi. Çocuğu yıkama kabinine aldılar. Kim bilir bu kaçıncı ölüydü gassalın önüne gelen. Tabuttan çıkardılar çocuğu. Ölüm nedeni kazaydı. Bir otomobil çarpmıştı. Mermer bir taş vardı kabinin içinde. Çocuğun üstündekileri çıkardıktan sonra cansız bedenini serdiler buz gibi taşın üstüne. Babasının sesleri geliyordu dışardan. Gassal daha fazla dayanamadı;

-‘Ben babasını alıp getireceğim’ dedi.
Diğer gassallar müdahale etti:
- ‘Yapma’ dediler.

Belki de haklıydı. Babanın ifadeleri kadere isyan içeriyordu. Onu sakinleştirmek istedi. Dışarı çıktı. Yakınları tepki gösterdi. Babanın daha da kötü olabileceğini gerekçe gösterdiler. Gassal vazgeçmedi. Babayı çocuğunun cansız bedeni ile buluşturmakta kararlıydı. Koluna girdiler. Yıkama kabinine doğru yürümeye başlamıştı baba. Ayaklarını sürüyordu. Yürümeye takati kalmamıştı. Kabine girdiğinde önce ellerine dokundu çocuğunun, onunla konuşmaya başladı. Hayallerini anlattı. Dört kişiydik o kabinde. Çocuk, babası, gassal ve ben. Hepimiz ağlıyorduk. Merak işte! Sorduk:
-Kaç çocuğunuz var?

Babanın verdiği cevap karşısında üzülmemek elde değildi:

-Benim tek çocuğumdu bu. Evlendik. Uzun süre çocuğumuz olmadı. Sonra erkek bir evladımız dünyaya geldi. Onu da kaybettik…

Bir süre daha okşadı başını çocuğunun. Sonra ayrıldı oradan. Çocuk yıkanmıştı. Kefen giydirildi bedenine. Tabuta konuldu ve sonsuzluğa uçtu bir kuş gibi. Artık o cennette bir kırlangıç..
Gasilhanede çok hikaye var. Anlatsam kitaplar yazılır. Ama ben son dönemde Türkiye’de yaşananları görüp izlediğimde belki siz de yaşıyorsunuzdur benzer duyguları, aklıma şu soru geliyor:

‘BU HIRS NİYE?’

Sabancı’ya sorsanız, ‘alalım trilyonlarınızı çocuğunuzu engelli olmaktan kurtaralım’ ne derdi biliyor musunuz? Hemen hemen…

Yani değmez bu hayat için hırsa, şana, şöhrete paraya valla değmez, kendi çocuğunuzla yoksa çevrenizdeki çoçuklarla iyi geçinin, kırmayın kalplerini, ağlatmayın onları. Suriye’ye bakın, dönün bir de Irak’a Somali’ye bakın sevgiye şefkata muhtaç o kadar minik yürekler var ki…
Sevelim, sevilelim bu dünya kimseye kalmaz….https://www.youtube.com/watch?v=xJvR68_dtmo

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder