31 Ocak 2013 Perşembe

TEK SUÇLU KARBONMONOKSİT Mİ?

İstanbul'da, son bir ayda İGDAŞ'ın 'sessiz katil' diye tabir ettiği karbonmonoksitten 13 kişi hayatını kaybetti. Yetkililer, zehirlenmelerin sebebini 'kaçak bağlantı' ve 'uygunsuz kullanım'a bağlıyor. Hukukçular ise, kaçak bağlantı yapanların yeteri kadar soruşturulup cezalandırılmadığına dikkat çekiyor.


İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersan Şen, doğalgaz işini yapan kişilerin talep olsa bile kaçak bağlantı yapmaması gerektiğini vurguladı. Uygunsuz işlem yapanların kaçak bağlantının ölümcül sonucunu tahmin edebileceğini kaydeden Şen, "Bu tip yöntemlerle iş yapanların hareketlerinden dolayı birileri hayatını kaybetmişse, bunun adına 'bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek' de denebilir. Bunun cezası çok daha ağırdır. Kaçak bağlantıyı yapan, neticede doğalgaz kullandığını biliyor. Bu kaçak bacadan veya başka tesisattan dolayı ölümle sonuçlanacağını tahmin edemiyor mu? Ettiği anda kastı da olmasa o insanı öldürmek de istemese bence bu 'bilinçli taksir veya muhtemel kasta' da girebilir. O insanın tabii ki soruşturulması ve polisin bu işin peşini bırakmaması gerekir. Onun için şikayete ihbara da gerek yok." diye konuştu




Bu tip durumlarda savcı ya da polisin yanı sıra İGDAŞ'ın idaresinin de sorumlu olduğunu belirten Şen şöyle devam etti: "O da müracaatlarını yapmak zorunda. 'Tespit ettim, bıraktım' yok. Sen şikayetlerini yapacaksın. İGDAŞ da burada aynen polis gibi faaliyetini gerçekleştirecek. Ne yapacak? Böyle bir durum mu tespit ettin? Gittin, orada incelemeni yaptın mı? Hemen suç duyurusunda bulunacaksın savcıya. Bunun diğer olaylardan mesela trafik kazalarından farkı yok ki. İki suç var. O tip kaçak bağlantının yapılması zaten 163. maddeye göre suç. Bunu şebeke halinde de yapabilirler. Birileri ortaya çıkar, bir mahallede veya semtte kaçak bağlantılar yapar. Sen bunları bir bir yakalayacaksın. Bunun sonucunda birileri hayatını kaybetmişse, 'ölüme sebebiyet verme'dir. Bunun soruşturmasını yapacaksın. İGDAŞ'ı, polisi, savcısı neden bu meseleyi takip etmiyor? Bir araçta eğer bir lastik arızası varsa kaza olmuşsa sen onu üreteni cezalandırmıyor musun? Hayat o kadar ucuz mu?"

ACAR: CEZALANDIRMA İÇİN ÖZEL DÜZENLEMEYE GEREK YOK


Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Acar ise, "Yetkisiz kişilerin ölüme sebebiyet verebilecek kaçak bir bağlantıyı yapmış olması soruşturma açılması için yeterlidir. Bunun kimin tarafından yapıldığını da savcılık marifetiyle polisin araştırması lazım." dedi.

Bu olaya ilişkin kanunda düzenlemenin var olduğuna dikkat çeken Acar, "Bir kişinin kanun ve nizamın çerçevesinin dışında hareket ederek bir kişinin ölümüne sebebiyet vermiş olması doğrudan doğruya polisin ya da savcının harekete geçmesi için yeterlidir. O tesisatı yapan kişi ile alakalı ölüme sebebiyet vermekten dolayı şuan ki mevzuat açısından bakıldığında yapılabilir. Taksirli adam öldürme bu. Özel bir düzenleme yapılmasına gerek yok. O kişi fiili bir ölüme sebebiyet vermiş, o bunun böyle olabileceğini de biliyor. Öngörerek yapsa zaten bu kasta girer." ifadelerini kullandı.

TAKSİRLE ÖLÜME 15 YILA KADAR CEZA İSTENİYOR

Öte yandan, hukukçuların atıf yaptığı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 85. maddesi 'taksirle adam öldürmeye' değiniyor. Maddede, " (1)Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, 3 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi 3 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." ifadesi yer alıyor.

28 Ocak 2013 Pazartesi

53 YILDIR BİTMEYEN ACI

"Yaşlı bir kadın geldi evimize, bana döndü ve dedi ki; 'Niye ağlıyorsun? Onları bir yere sakladılar, birgün çıkıp gelecek.' Ben o söze o kadar çok inandım ki, yıllardır asansörün her gelişinde onun yolunu gözledim. Yıllarca ben o ümitle yaşadım" Bu sözler, savunması bile alınmadan ipe gönderilen Menderes döneminin Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın acılı eşi Mutahhare Polatkan'a ait. 93 yaşındaki Polatkan ile görüşmek için kızı Nilgün hanımla irtibata geçtik. Kadıköy'deki evlerine girdiğimde beni en fazla etkileyen manzara pencereden görünen Yassıada oldu. Mutahhare hanım o pencereden adayı izleyip gözyaşı döküyor. "Yüreğimdeki sızı hiç bayatlamadı hep taze kaldı, ancak toprakla yok olup gider" diyor talihsiz kadın. 45 yaşında bakanlık koltuğundan indirilip hücreye atılan, bin türlü işkenceden geçirilen sonra da hunharca asılan Polatkan'ın ailesine mikrofon uzattığımızda acıları tekrar tazelendi.



TÜRKİYE GAZESİ, POLATKAN AİLESİ İLE YAPTIĞIMIZ RÖPORTAJI MANŞETİNE TAŞIDI.

  









http://tvarsivi.com/player.php?i=2013010813492

TBMM'de idam edilen Menderes ve arkadaşlarına iade-i itibar çalışmaları, Yassıada'nın demokrasi müzesi yapılması gibi projeler gündeme gelince gözler o dönemin mağdur isimlerine çevrildi. Yıllardır acısını yüreğinde saklayan Hasan Polatkan'ın eşi Mutahhare Polatkan ve kızı Nilgün Polatkan, darbe sürecinde yaşadıkları sıkıntıları Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) anlattı.

Kadıköy'de yaşamını sürdüren Polatkan ailesi, evlerinin penceresinden zaman zaman Yassıada'ya bakarak o acılı günleri tekrar yaşıyor ve gözleri doluyor.

5 yaşında babası idam edilen Nilgün Polatkan ise, ihtilal sabahı evlerinin etrafının askerler tarafından çevrildiğini silahların ise evlerine çevrildiğini anlattı. Yassıada ziyaretinde de babası ile görüştüğü sırada askerlerin silahları kendilerine doğrulttuğunu belirten Polatkan, ilkokulda yaşadığı bir hatırayı şöyle anlattı: "İlkokulda öğretmenim hastalandığında onun yerine vekalet eden öğretmen, parmağımdaki yüzüğü kimin aldığını sordu. Babamın aldığını söyledim. Babamın nerede olduğunu ne iş yaptığını sordu. Soyadımdan dolayı benim kim olduğumu biliyor olması lazımdı. Ama bana böyle baskı yapıyordu."

25 Ocak 2013 Cuma



Boğaz’ın yüzen nostaljisi vapurlar...

İstanbul’un tarihi simgeleri arasında yer alan yolcu vapurları, yaklaşık bir asırdır boğazın iki yakasını birbirine bağlıyor. Osmanlı’dan günümüze yerli ve yabancı milyonlarca insanın ilgisini çeken vapurlar, düdük sesleri ile martı çığlığı arasında ahenkli bir İstanbul senfonisi sergiliyor. Tarihi kentin vazgeçilmez bir parçası haline gelen vapurlar, metrobüsün devreye girmesiyle eski cazibesini yitirse de çay simit eşliğinde keyifli bir yolculuk yapmak isteyenlerin vazgeçilmezi. Öyle ki sırf Boğaz’ı seyretmek için vapurları tercih eden de var, aile kahvaltısını güvertede yapmak isteyenler de…

 
 Yedi tepeli şehri anlatan şiirlerin, şarkıların ilham kaynağı; yağlı boya tablolarının vazgeçilmezi, İstanbul denince akla ilk gelen figürlerdir onlar. Çayın da simidin de tadı bir başkadır orada. Şehrin gürültülü temposundan uzak, dingin bir yolculuğa çıkarır bineni adeta...Boğazın alımlı ama bir o kadar da yorgun emektarlarıdır vapurlar …Mütevazi yapısıyla İstanbullular kadar martılar için de vefalı bir dost oldu yıllarca. Boğaz'ın bir yakasından diğerine geçerken martılarla birlikte yürür, masmavi denizin üzerinde adeta bir kuğu gibi narince süzülürler.

DÜMENİN YERİNİ JOİSTİK ALDI

İstanbul vapurları Sultan Abdülmecit’in 1851 yılında kurduğu Şirket-i Hayriye ile kente hizmet vermeye başladı. Günümüzde ise Şehir Hatları’na bağlı olarak asli görevine devam ediyor. Dış görünümünden fazla bir şey kaybetmeseler de yıllar geçtikçe onlar da teknolojiye ayak uydurmaya başladı. Bir zamanlar kömürle çalışıyorlardı; şimdi elektronik sistem ile hareket ediyorlar. Kazan dairesinin yerini makine dairesi aldı. Vapurlarda seyyar satıcılara da izin verilmiyor artık. Vapurun dümenleri de artık tarihin tozlu defterleri arasındaki yerini aldı. Zira artık kaptanlar dümen yerine vapuru joistikle kontrol ediyor. Yani kısacası değişen İstanbul’a onlar da ayak uydurmaya başladı.

24 Ocak 2013 Perşembe

BİRAND'IN ARDINDAN



Yanaklarımı minik ellerimin arasına alıp, gökyüzünden geçen uçakları izlerdim. Maviliğin arasında narince süzülüp giden beyaz melekler...Akşam olup hava karardığında kayan yıldızları andırıyorlardı. Okumayı henüz sökmeye başladığım yıllarda bir pilotun hikayesi cuk diye oturdu beynime. Hep pilot olmayı istedim. Ta ki, F-16’lar köyün semalarında akrobasi hareketleri yapıncaya kadar. Korktum…Kış gününün soğukluğunu hissederken ellerimiz, kulaklarımız savaş uçaklarının sesleri ile çınlıyordu. Vazgeçtim pilot olmaktan. Sonra polis olmaya karar verdim. Çünkü silahları vardı onların. Benim silahla ne ilgim olabilirdi ki o yaşta? Çocukluk işte! Bir gün karşı evden feryatlar yükselmeye başladı. 14 yaşında polis çocuğu, babasının silahı ile oynarken vurulmuş ve ölmüştü. Vazgeçtim polis olmaktan. Sonra doktor, sonra öğretmen derken gazeteci olduk…

Duayen gazeteci Mehmet Ali Birand’ın cenazesini takip ederken, onun hayatı ile ilgili daha derin bilgilere sahip olma fırsatımız oldu. Birand gazeteciyse biz hiçbir şeyiz dedim kendi kendime. Onca röportaj, onca kitap, onca bülten v.s. Bir insanın hayatındaki yelpaze bu kadar geniş olur ancak. Ülkenin sinir uçları ile oynayıp, üzerine kara bulutların çöktüğü bir memlekette ayakta kalabilmek; sanırım denizin ortasında şiddetli fırtınadan kurtulabilmekle eş anlamlıydı. Her muhabirin belki de gönlünün bir kıyısında bu usta gazeteci ile çalışmak vardı.Her şeyden önemlisi o gemide ben de olsaydım, o heyecana ortak olsaydım diyesi geliyor insanın. Birand bu memlekete koltuğuna yapışıp kalan, makam hırsı ile kendini yiyip bitirenlerin gazeteci olamayacağını öğretti. O bu ülkede ya yazarım ya da bu kalemi kırarım diyen ender gazetecilerdendi. 28 Şubat’ın soğukluğunun iliklerimize kadar işlediği o karanlık dönemlerde demokrat tavrından ödün vermedi.Eksiklikleri yok muydu? Tabi ki vardı. Birand aslında popülist haberciliğin de lideri konumundaydı. Onun sunduğu ya da yönettiği bültenlerin içeriğine baktığınızda sanki bu ülkede her an savaş çıkacak zannederdiniz. Aslında rekabet, reyting kaygısı falan bütün bültenlerde topluma korku pompalanmasının önünü açıyor. Diyarbakır’ın bir mahallesinde polise atılan bir taş bir anda bütün Doğu’nun isyanı gibi yansıtılıyor ya da İstanbul’da Okmeydanı’nda bir araca atılan molotof sanki bütün kenti alıp götüren bir çatışma ortamı gibi yansıtılabiliyor. Bütün bu olumsuzluklar bir yana haberciliğin hız ve heyecanı için Birand örnek olabilir, idol kabul edilebilir. Birand’ın mesleğe farklı bir bakış açısı getirdiği doğru; onun açtığı pencere kapanır mı yoksa aynı pencereden bakmaya devam mı ederiz onu gelecek gösterecek……..