Yanaklarımı minik ellerimin arasına alıp, gökyüzünden geçen
uçakları izlerdim. Maviliğin arasında narince süzülüp giden beyaz
melekler...Akşam olup hava karardığında kayan yıldızları andırıyorlardı.
Okumayı henüz sökmeye başladığım yıllarda bir pilotun hikayesi cuk diye oturdu
beynime. Hep pilot olmayı istedim. Ta ki, F-16’lar köyün semalarında akrobasi
hareketleri yapıncaya kadar. Korktum…Kış gününün soğukluğunu hissederken
ellerimiz, kulaklarımız savaş uçaklarının sesleri ile çınlıyordu. Vazgeçtim
pilot olmaktan. Sonra polis olmaya karar verdim. Çünkü silahları vardı onların.
Benim silahla ne ilgim olabilirdi ki o yaşta? Çocukluk işte! Bir gün karşı
evden feryatlar yükselmeye başladı. 14 yaşında polis çocuğu, babasının silahı
ile oynarken vurulmuş ve ölmüştü. Vazgeçtim polis olmaktan. Sonra doktor, sonra
öğretmen derken gazeteci olduk…
Duayen gazeteci Mehmet Ali Birand’ın cenazesini takip
ederken, onun hayatı ile ilgili daha derin bilgilere sahip olma fırsatımız
oldu. Birand gazeteciyse biz hiçbir şeyiz dedim kendi kendime. Onca röportaj,
onca kitap, onca bülten v.s. Bir insanın hayatındaki yelpaze bu kadar geniş
olur ancak. Ülkenin sinir uçları ile oynayıp, üzerine kara bulutların çöktüğü
bir memlekette ayakta kalabilmek; sanırım denizin ortasında şiddetli fırtınadan
kurtulabilmekle eş anlamlıydı. Her muhabirin belki de gönlünün bir kıyısında bu
usta gazeteci ile çalışmak vardı.Her şeyden önemlisi o gemide ben de olsaydım,
o heyecana ortak olsaydım diyesi geliyor insanın. Birand bu memlekete koltuğuna
yapışıp kalan, makam hırsı ile kendini yiyip bitirenlerin gazeteci
olamayacağını öğretti. O bu ülkede ya yazarım ya da bu kalemi kırarım diyen
ender gazetecilerdendi. 28 Şubat’ın soğukluğunun iliklerimize kadar işlediği o
karanlık dönemlerde demokrat tavrından ödün vermedi.Eksiklikleri yok muydu?
Tabi ki vardı. Birand aslında popülist haberciliğin de lideri konumundaydı.
Onun sunduğu ya da yönettiği bültenlerin içeriğine baktığınızda sanki bu ülkede
her an savaş çıkacak zannederdiniz. Aslında rekabet, reyting kaygısı falan
bütün bültenlerde topluma korku pompalanmasının önünü açıyor. Diyarbakır’ın bir
mahallesinde polise atılan bir taş bir anda bütün Doğu’nun isyanı gibi
yansıtılıyor ya da İstanbul’da Okmeydanı’nda bir araca atılan molotof sanki
bütün kenti alıp götüren bir çatışma ortamı gibi yansıtılabiliyor. Bütün bu
olumsuzluklar bir yana haberciliğin hız ve heyecanı için Birand örnek olabilir,
idol kabul edilebilir. Birand’ın mesleğe farklı bir bakış açısı getirdiği
doğru; onun açtığı pencere kapanır mı yoksa aynı pencereden bakmaya devam mı
ederiz onu gelecek gösterecek……..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder